Resilience ve Annem

Bugün biraz düşüp kalkmalardan, “bizi de zamanında çok üzdüler ama sabah kalkıp dükkanımızı açtık”lardan konuşacağız. Bir önceki yazıda, Resilience’a dokunmaya söz vermiştim ve eğer şanslıysanız birileri kulağınıza eğilip söz vermenin amiyane bir tabirle başka hiçbir şeye benzemediğini söylemiştir. Sözlerimizi tutma zamanı.

Hem memleketin gündemine hem de günlük hayatlarımıza küçük bir bakış atınca kolayca görebileceğiz ki, hayat her şeyin olabileceği, en küçük ihtimalin bile kabuğundan çıkıp gerçeğe evrilebileceği bir düzene sahip. “O kadar da Olmaz”lar, “Ezkaza” diye çağırdığımız “hani olmaz da”lar, tamamen bizim güzel gönlümüzün sığındığı, o kadar olmaması ihtimaliyle avunmalardan, iyiye yormalardan geliyor.

İşte tüm bu hengamenin ve olaslıkların arasından sığınacağımız bir daldan bahsetmek istiyorum bugün; “Resilience(Duygusal Dayanıklılık)”. Sözlük manasına girmeden kısa bir özetle; bir düşmeme, her şeye hazır olma durumu. Kulağa bir çok senaryo için imkansız geldiğini biliyorum, fakat belli başlı egzersizlerle mümkün olduğunu bilmenizi istiyorum, bu yazı da tam bunun üzerine işte.

Duygusal Dayanıklılıkla tanışmam, 2016 yılının başlarına tekabül ediyor. Bir internet şirketinde çalışıyorum o zamanlar, 25 yaşında biri için harika bir iş yaptığım zamanlar ve asla bir plazanın 15.katında her sabah seve seve sizi Kartal’dan Mecidiyeköy’e getiren işin siyasi bir kriz sebebiyle bir memuriyete dönüşmesini beklemiyorsunuz. Hayat da tam böyle anlardan ibaret, siz beklemezken oluveriyor her şey, bir yerlerde birileri bir uçağı düşürüveriyor ve siz, çalıştığınız kurum, sadece şey diyebiliyorsunuz “ya biz ne alaka?”.

Böyle geçen bir haftanın ortasında, eve gidip anneme dedim ki “biraz vites küçültmemiz gerekebilir, işi bırakacağım.” Hiç unutamadığım bir sakinlikle dinledi beni, soluksuz tüm hikayeyi öğrenmeye çalıştı, bazı noktalarını anlamasada sorularla detayına inerek orada, hikayede olduğunu kanıtlmaya çalıştı ve sonunda tek bir şey söyledi: “erkek adamsın, çalışacaksın”. Bugün annem, bu cümleyi tweet olarak atsa tüm politik doğruculardan linç yiyeceği aşikar fakat benim için büyük bir uyanış olmuştu. Erkek adamdım ve durmayacaktım, yani cinsiyetçi bir yaklaşımla söylemiyordu bunu işte bir ev vardı ilgilenmem gereken, yenilenmesi gereken bir banyo, ne biliyim pimapen olması gereken panjurlar, yanması gereken bir kombi mesela?

Burada bitmiyor da, 2018 yazının ortasında, şu hayatta sevdiğim her şeyin kesiştiği bir iş bulmuştuk, Barselona’da ki iş ortağımla 3 hafta kadar geceli gündüzlü birbirimizi eşimizden dostumuzdan çok görerek çalıştık ve bir bayram öncesi son kez her şeyin üzerinden geçerken, işe teklif vermekten vazgeçildi. Öyle güzel bir projeydi ki, bir ömür her dakika karşıma çıkacak ve ne zaman çıksa gülümseyecektik. Yine aynı sarmala girerken, göğsümde 1200 kiloluk bir palet, yüzümü yerden kaldırmak için özel bir ekip ve bir kaç vinç çağırmak gerekirken, bir yöneticim şöyle demişti: “Olucak, bunlarda olucak, ama sakın düşme, çünkü çok daha güzellerini de alacağız…”

Yaklaşık bir sene sonra, Sudi Arabistan’da takip ettiğimiz bir işin on beşinci ayında bir haber almıştık, 8 saat içinde tüm dökümanlarımızı ve fiyatlarımızı güncelememiz gerekecekti. Sürecin tüm yorgunluğunu o güne kadar nasıl ertelediğimizi o gün gördüğümüzü hatırlıyorum. Arkadaşım sabah 6 uçuşuyla Dubai’den gelmişti, ben İstanbul’da Frankfurt’tan sonra sadece 14 saat kalabilmiştim, bir yerlere çömüp ağlamak istiyorduk çok iyi biliyorum. Ama duygusal dayanıklılığı o kadar içselleştirmiştik ki, güle oynaya kısık ve kırmızı gözlerle her şey bittiğinde nasıl kutlayacağımızı düşünüp işe koyulmuştuk.

Bütün düşmeler, kalkmalar aslında Resilience’a giriş 101, günün sonunda Resilience bizden 3 şey bekliyor:

  1. Gerçeği Kabullenme
  2. Anlam Çıkarma (“Duygusal dayanıklılık, insanların günlük hayata anlam katmasını sağlamanın bir yoludur” R.Maddi)
  3. Yaratıcılık ve Doğaçlama (elde olanlarla yeni şeyler üretme becerisi)

Tüm bu hikayeler ve duygusal dayanıklılığın sizden çıkardığı o “iyiye yoran” ve devrilmeyen adam, bugün hem ülkenin bi türlü güneş doğmayan ikliminde hem de iş ve işlerle akalı her şeyde ihtiyacınız olacağına en çok inandığım şey. Sivas ellerinde sazım çalınır mı bilinmez, ya da bunları söylemek için otorite ben miyim tartışılır hatta belki hayır, ama düşmüş, düştüğü yerden kuyunun sonundaki ışığa bakan kim varsa, yardımcı olması umuduyla.

Unutmadan, “Olucak, bunlarda olucak, ama sakın düşme, çünkü çok daha güzellerini de alacağız…”

Hep daha iyisini yapmak isteyen, daha güzeline giden yolda yüreği taşan herkese selamlar.

Görüşmek üzere.

Sertaç

Bazı kaynakları için:

Diane Coutu. (2002). How resilience works? Harvard Business Review, hbr.org
Viktor E. Frankl. (2013). İnsanın anlam arayışı. 10. Baskı. Okuyan Us yayınları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir