Thomas Piketty’den Modern Ekonomi Üzerine Kocaman bir Tokat

Edgar Degas’s Portraits at the Stock Exchange in 1879

İtiraf etmek gerekirse Blog’a ilk defa bu kadar ara verdim, ve ekranları başında aylardır bu anı bekleyen kalabalık bir kitle olmadığını çok iyi bildiğim için beylik bir “Tekrar Merhaba” ile başlamayacağım fakat, Gatesnotes’u ve Bill Gates’i kıskanarak(haha, ilahi) çıktığım bu yolda, hep kitaplardan da konuşalım istemiştim.

Hadi bir tanesine hemen başlayalım, Thomas Piketty’den tüm sevenlerine geliyor “21.Yüz Yılda Kapital”. Zaman Zaman Marx’ı överken ipin ucunu kaçıran Piketty’i okumak ülkücü babaların çocukları için hiç kolay değil ve kabul edelim 700 sayfalık bu muazzam kitap hiçte öyle plaj/havuzbaşı okumalarına uygun değil. Fakat, bence bugünün ekonomik düzenini ve sosyal etkilerini anlamak için okuması bir “zorunluluk”.

Unutmadan her okuyucu adayı için bu Toma Piketty(Fransızlar!), “ekonomi bilimi diye bir şey yok” gibi ipsiz sapsız çıkışlarıyla tanınan, asi ve rockstar olarak tanımlanan tanıdığımız diğer ekonomi yazarlardan bir hayli farklı bir beyefendi.

Okuduğunuza mutlu olacağınıza inandığım bu kitap şaka bir yana “Das Kapital” ile tabi ki alakasız, Piketty bir aydın olarak gelir dağılımındaki eşitsizliği sebepleriyle o kadar güzel anlatıyor ki, yarının en büyük problemleri olacak eşitsizlik, dünyanın sürekli sınanan sınırlı kaynakları ve hesap verilebilirlik/şeffaflık/yolsuzluk başlıkları için daha çok okumaya motive oluyorsunuz. Yine kitabı okumaya dair çok lezzetli bir özeti The Guardian tarafından yayınlandı(Economistte yayınladı fakat erişmek için 5 Dolar istediği için, kendilerini kınıyor ve yer vermiyorum.)

https://www.theguardian.com/books/2014/apr/28/thomas-piketty-capital-surprise-bestseller

Ve ister istemez blogun sahibi ben olduğum için gönül rahatlığıyla Piketty ile aynı fikirde olduğum başlıkları belirterek başlamak isterim:

  • Yüksek düzeydeki eşitsizlik bir sorundur; ekonomik teşvikleri altüst eder, demokrasileri güçlü çıkarlar lehine kaydırır ve tüm insanların eşit yaratıldığı idealinin altını oyar.(Now, you are talking!)
  • Kapitalizm daha fazla eşitliğe doğru kendi kendini düzeltmez; yani aşırı servet yoğunlaşması, kontrol edilmediği takdirde kartopu etkisi yaratabilir.
  • Hükümetler, isterlerse ve istedikleri zaman, çığ gibi büyüyen eğilimleri dengelemede yapıcı bir rol oynayabilirler.(Dostlarım, sizinde okuduğunuz gibi diyor ki; İSTERLERSE)
  • Açık olmak gerekirse, yüksek düzeydeki eşitsizliğin bir sorun olduğunu söylerken, dünyanın daha da kötüye gittiğini ima etmek istemiyorum. Aslında Çin, Meksika, Kolombiya, Brezilya ve Tayland gibi ülkelerde orta sınıfın yükselişi sayesinde dünya bir bütün olarak daha eşitlikçi hale geliyor ve bu olumlu küresel eğilimin devam etmesi bence muhtemel.

Ancak aşırı eşitsizlik göz ardı edilmemeli veya daha kötüsü, yüksek performanslı bir ekonomiye ve sağlıklı bir topluma sahip olduğumuzun bir işareti olarak kutlanmamalı. Kabul edelim, belli bir düzeyde eşitsizlik kapitalizmin doğasında var. Piketty’nin iddia ettiği gibi bu, sistemin doğasında var. Soru şu: Hangi düzeyde eşitsizlik kabul edilebilir? Peki eşitsizlik ne zaman yarardan çok zarar vermeye başlıyor? Bu, kamuoyunda tartışmamız gereken bir konu ve Piketty bu tartışmanın sonuçları için çok yardımcı olacak bir kitap bırakıyor literatüre.

Fakat bana sorarsanız(ki şu ana kadar kimse sormadı) Piketty’nin kitabının, kendisinin ve diğer ekonomistlerin önümüzdeki yıllarda ele alacağını umduğum bazı önemli kusurları var(Lütfen).

Piketty’nin tarihsel eğilimlere ilişkin tüm verileri, zenginliğin nasıl yaratıldığı ve nasıl bozulduğuna dair tam bir tablo sunmuyor. Kitabının temelinde basit bir denklem yer alıyor: r > g; burada r, sermayenin ortalama getiri oranını, g ise ekonominin büyüme oranını temsil ediyor. Buradaki fikir, sermayenin getirisi emeğin getirisini geride bıraktığında, çok fazla sermayeye sahip olan kişiler ile emeğine güvenenler arasındaki servet farkının zamanla genişleyeceğidir. Denklem, Piketty’nin argümanları için o kadar merkezi bir öneme sahip ki, bunun “ayrılığın temel gücünü” temsil ettiğini ve “sonuçlarımın genel mantığını özetlediğini” söylüyor.

Diğer iktisatçılar büyük tarihsel veri kümelerini bir araya getirdiler ve eşitsizliğin genişleyeceğini mi yoksa daralacağını mı anlamak için r > gr > g’nin değeri konusunda şüphe uyandırdılar. Est. bu konunun uzmanı değilim. Emin olduğu ve bildiğim tek şey, Piketty’nin farklı toplumsal faydaya sahip farklı sermaye türleri arasında yeterince ayrım yapmadığıdır.

Gelin üç tür zengin insan hayal edelim. Bir adam sermayesini işini kurmaya harcıyor. Bir de servetinin çoğunu hayır kurumlarına bağışlayan bir kadın var. Üçüncü bir kişi çoğunlukla tüketiyor, yat, uçak gibi şeylere çok para harcıyor. Üç kişinin de zenginliğinin eşitsizliğe katkıda bulunduğu doğru olsa da, ilk ikisinin topluma üçüncüye göre daha fazla değer kattığını düşünüyorum. Keşke Piketty de bu ayrımı yapıp ayrımın sonuçlarını da belirtseydi.

Forbes 400’ün en zengin Amerikalılar listesine bir göz atın. Listedeki kişilerin yaklaşık yarısı, şirketleri çok başarılı olan girişimcilerdir (çok çalışmanın yanı sıra şanslarının da yaver gittiğine inanıyorum). Piketty’nin rantçı hipotezinin aksine, listede ataları 1780’de büyük bir arazi satın alan ve o zamandan beri kira toplayarak aile serveti biriktiren kimseyi görmüyorum. Örneğin Amerika’da bu tür “old money”den dolayı edinilen para ile oluşan zengin kesim, istikrarsızlık, enflasyon, vergiler, hayırseverlik ve harcamalar nedeniyle çoktan tükendi.

Başarılı endüstrilerin tarihinde zenginliğin azalmasına neden olan bir dinamiği görebilirsiniz. Mesela 20. yüzyılın başlarında Henry Ford ve diğer az sayıda girişimci, otomobil endüstrisinde çok başarılı oldu. Ölçek avantajı ve büyük kâr elde eden otomobil şirketlerinin büyük bir hissesine sahiplerdi. Bu başarılı girişimciler o yıllar için “aykırı çocuklardı”. Ama yine de aile servetlerini otomotiv endüstrisine yatıran ve ralliye dahil çok daha fazla insan, Amerikan otomotiv endüstrisinin 224 üreticiden 21’e düştüğü 1910 ile 1940 arasındaki dönemde yatırımlarının iflas ettiğini de tanık olduk. Aynı olgu teknoloji gibi bir çok endüstride de kendini gösterdi.

Piketty, zenginliğin çığ gibi büyümesine yol açabilecek güçlerin olduğu konusunda haklı (varlıklı insanların çocuklarının sıklıkla staj, iş vb. bulmalarına yardımcı olabilecek ağlara erişim sahibi olması da dahil). Ancak zenginliğin bozulmasına katkıda bulunan güçler de var ve kitap bunlara yeterince ağırlık vermiyor.

Piketty’nin ağırlıklı olarak zenginlik ve gelir verilerine odaklanırken tüketimi tamamen ihmal etmesi de beni biraz üzüyor. Tüketim verileri insanların satın aldığı mal ve hizmetleri (gıda, giyim, barınma, eğitim ve sağlık dahil) temsil eder ve insanların gerçekte nasıl yaşadıklarına dair anlayışımıza çok fazla derinlik katabilir. Özellikle zengin toplumlarda, gelir merceği size gerçekten neyin düzeltilmesi gerektiği konusunda fikir vermez, tüketime bakmamız gerekir.(Sayın Piketty hocam bi gün tercüme eder de bu satırları okursanız, bunlar yüzünüze de söyleyebileceğim fikirlerim, “sen kimsin? titrin ne?” der önemsemezseniz canınız saolsun.)

Özellikle gelir verilerinin yanıltıcı olabilmesinin birçok nedeni var, örrneğin, ABD’de hiçbir geliri olmayan ve çok sayıda öğrenci kredisi olan bir tıp öğrencisi, resmi istatistiklere göre zor bir durumdaymış gibi görünebilir, ancak gelecekte çok yüksek bir gelire sahip olabilir. veya daha uç bir örnek verelim: Aktif olarak çalışmayan bazı çok zengin insan, herhangi bir hisse senedi satmadıkları veya başka gelir elde etmedikleri yıllarda yoksulluk sınırının altında kalabiliyorlarr.(Bu örnekler için bir tanım yoksa, ben koymak isterim: Kağıt üzerinde fakirlik)

Tabi ki, bütün bu örnekler, zenginlik ve gelirlere dair verileri göz ardı etmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Ancak tüketim verileri insan refahını anlamak açısından daha da önemli. En azından Piketty’nin çizdiğinden farklı ve genel olarak daha pembe bir tablo sergiliyor ve içimizin bir nebze daha az kararmasını sağlıyor.

Bugün mükemmel bir tabloya sahip olmasak bile, harekete geçebileceğimiz zorluklar hakkında kesinlikle yeterince bilgimiz var. Piketty’nin en sevdiği çözüm, gelirden ziyade sermayeye uygulanan artan yıllık vergidir. Bu tür bir verginin “yeni ilkel birikim örnekleri için rekabeti ve teşvikleri korurken, sonsuz bir eşitlikçi sarmaldan kaçınmayı mümkün kılacağını” savunuyor.

Oysa yine ben vergilendirmenin emeğin vergilendirilmesinden uzaklaşması gerektiğine katılıyorum. Amerika Birleşik Devletleri’nde emeğin sermayeye göre bu kadar ağır vergilendirilmesinin hiçbir anlamı yok. Robotlar ve diğer otomasyon biçimleri, günümüzde insan işçilerin yaptığı becerilerin giderek daha fazlasını gerçekleştirmeye başladıkça, önümüzdeki yıllarda daha da anlamsız hale kaçınılmaz olarak gelecektir.

Ancak Piketty’nin istediği gibi sermaye üzerinde artan oranlı bir vergiye geçmek yerine, tüketim üzerinde artan oranlı bir vergi uygulamamızın daha iyi olacağını düşünüyorum. Daha önce tanımladığım üç zengin insanı düşünün: Biri şirketlere yatırım yapıyor, biri hayırseverliğe yatırım yapıyor, diğeri ise cömert bir yaşam tarzına sahip. Son adamın hiçbir sorunu yok ama bence diğerlerinden daha fazla vergi ödemesi gerekiyor. Tabi ki gün sonunda Piketty’nin de belirttiği gibi tüketimi ölçmek zordur (örneğin, siyasi bağışlar sayılmalı mı?). Ancak servet vergisi de dahil olmak üzere hemen hemen her vergi sistemi benzer zorluklarla karşı karşıyadır.

Piketty gibi ben de emlak vergisine inanıyorum. Mirasçıların sadece doğum piyangosuna dayanarak sermayeyi orantısız bir şekilde tüketmelerine veya tahsis etmelerine izin vermek, kaynakları tahsis etmenin akıllı veya adil bir yolu değildir. Warren Buffett‘ın söylemeyi sevdiği gibi bu, “2000 Olimpiyatları’nda altın madalya kazananların en büyük oğullarını seçerek 2020 Olimpiyat takımını seçmek” gibi bir şey. Gelecek için ülkemizi güçlendirmenin en iyi yolu olarak emlak vergisini korumamız ve gelirleri eğitim ve araştırmaya yatırmamız gerektiğine inanıyorum.

Zenginlik ve eşitsizlik üzerine yapılan tartışma çok fazla partizanlık yarattı, öğrencilik yıllarımda Piketty kadar akademik ve veriye dayanarak olmasa da ucuz plastik öğrenci evi masalarının etrafında iki paket camel ile ne kadar çok tartıştığımızı gülümseyerek hatırlıyorum. Bunun için sihirli bir çözümüm ister istemez yok. Ancak kusurlarına rağmen Piketty’nin çalışmasının çok önemli bir viraj olduğuna inanıyorum, benim gibi konunun uzağında bir bordrolu için bile.

Ve şimdi bu önemli konuya daha fazla ışık tutacak araştırmaları görmek için sabırsızlanıyorum, keşke öğrencilik yıllarımda okusaydım, tartışmalarda çok havalı çıkışlar yapabilirfkafa.

Sevgiler Güzel Okuyucu.

Sertaç

Sevimli bir not: Piketty Amerika’da verdiği bir demeçte Marx’ı hiç okumadığını belirtiyor:). Ve aynı zamanda tüm örnekleri Amerika’dan vermek istedim, çünkü herkesin bildiği ve kabul edeceği üzere güzel ülkemin vergi politikası muazzam ve bu tartışmaya kapalı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir