Babam, Burnout ve Özoğlu Elektronik LTD. ŞTİ

Burnout denen şeyin adını ilk kez ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum, 2010’lu yıllar olmalı, fakat öncesinde yok muydu? Örneğin babam mesela hiç “tükenmiyor” muydu? Dükkanda çocuklar, evde biz, evlilik, 7/24 ülkücülük, babam bunların hepsini nasıl hallediyordu?

Öncelikle, rahmetli babam, bir sır küpüydü, bu sebeple KPI’larını bilmiyoruz, babamın verimsiz geçirdiği çeyrekleri oldu mu? Elimizde bir veri yok. Sadece ödemeler üzerine eksiksiz tuttuğu bir Exceller’inden dükkanın, iyi gittiğini, sonradan kendine koyduğu yeni hedefler, yeni işler (Selam abi, hoşgeldin. isim vermiyorum dikkat ettiysen:), ödemelerdeki eksiksizlikten görebiliyoruz. Dükkanın gidişatını ise çalışan sayısı ve tek tek Excel’e işlenmiş servis kayıtlarından dikkatlice izleyebiliyoruz.

Arçelik-Beko logolarının altında, babamın yetkili servisinde. Gri atölye önlükleriyle, 20’lerinde sürekli kasetlerini çaldığım genç bir ustanın bir bayram öncesi aynı teybi dördüncü kez tamir etmeye çalışırken, “Abi yapamıyorum” dediği an, dünya gözüyle gördüğüm ilk “tükenmişlik” miydi?

90’larda, “Burnout” hayatımızda yokken, kimse ‘tükenmişim’ demezdi ama gözlerinden anlardın. Yorgunluk birikince sesin tonu bile değişirdi. Fakat babamın çözümü, hep çok netti:

“Sezer, s*ktirin gidin bi çay için, gelin 15 dakikaya”

Babamın, sert bir adam olduğunu söylemeye çalışmıyorum, mizacı böyleydi. Fakat, üzerinde hiç durmadığı konulardı bunlar. Anlamak istediğim üzerinde durmadığımızda, daha mı iyiydik, tükenmeye karşı bir çözüm olarak “durup düşünmemek” miydi?

Bir diğer yandan, aynı hayatı yaşamadığımız için adil olmayan bir karşılaştırma mı bu? Babamın telefonlarını açan bir sekreteri, çok uzaklara gitmese de ceketini ilikleyen, şöförü Şefiği hep oradaydı. Whatsapp bildirimleri, outlook uyarıları bilgisayarını kapadığında onu bulamazdı. Bulsa da muhtemelen Şefik’e yanıtlatırdı.

Bugün 34ümdeyim, babamın beni kucağına alışından tam bir yaş sonrası. Hayatım son 4-5 yıldır “dünyayı gör, çalış, üret, kaçırma” ekseninde geçti. Avrupa’da bir Peter, Dubai’de bir düzen, Riyad’da saç baş yolma, Afrika’da güle oynaya, İstanbul’da hızlıca sevdiklerimi görüp kaçmak üzerine bir mektubum, şişeye koyup okyanusa bıraktığım.. Ama ne zaman gerçekten dinlenmeye çalışsam, içimden “ya bi dakika, hâlâ bir şeyler eksik” sesi geliyor. O iç ses, çoğu zaman başkasının sesi değil, kendi hayalimden kalan yankılar, babamın zaten Türkiye’nin otobüsü kaçırdığı, çalışmazsak telef olacağımıza dair telkinleri…

Ve evet, ben bazen gerçekten tükeniyorum. Sadece çok çalıştığım için değil. Bazen hayalimden uzaklaştığım için… Aksi gibi rahmetli babamda çay içmeye yollayamıyor artık.

Motivasyon teorilerine göre (Ryan & Deci, 2000), insanlar bir şeye inanarak çalıştıklarında daha az yoruluyorlar. Dışsal zorunluluklar değil, içten gelen bir anlam onları ileri taşıyor. Kulağa basit geliyor ama uygulaması zor: Kendini unutmazsan, hayat seni yormuyor. Peki Babam Neye bu kadar inanıyordu?

Babamın sevdiği bir çok şeyle vedalaşmasını gözlerimle izledim, Bahçeli’nin seçildiği kongreyle siyaseti bırakışını, 44 gibi ne kadar sonradan geri dönmek istesede motorsikletleri bırakmasını, Beko’yla kavgalarını… Babamı her sabah ne kaldırıyordu yataktan? Dediğim gibi babam sır küpüydü.

Ben hâlâ bazı sabahlar “ne yapıyorum ben?” diye uyanıyorum. Ama sonra babamın telkinleri geliyor aklıma. O, insanı resetleyen şey oluyor her seferinde.

Burnout bir son değil. Belki de bir işaret, belki de babamın yaptığı gibi yokmuş gibi yapmak, en sahici şey.

“Hey, hâlâ buradasın. Ama nereye gidiyordun?”

Çünkü insan ancak bir yere gittiğini hatırlarsa, yolda kalmıyor.


Hayalin varsa gerçekten tükenmiyorsun. Sadece kısa devre yapıyorsun bazen, dükkanın önüne çıkıp bir çay içmelisin, o gri önlüğü bile çıkarmadan.

”Hadi şimdi s*ktir git, bir çay iç 15 dakika”, çocuklar 10 dakika bile olmadan döner, Özoğlu Elektronik, kapanış imzasını atana kadar Tolga Özoğlu, 34 yıl faaliyetteydi, babamın emekliliğim dediği dönemlerde bile beyaz yakalı maaşlarımızı hep tokatladı.

Tebrik ederim baba, halen bir sen etmiyor ve seni çok özlüyoruz. Bu bir babalar günü yazısıydı, çok sevdiği yazlık esintisinde bile laptop’ını açıp sürekli çalışmış, iki çocuğunu hiç kırmamış, güzel çalışkan babama…Mekanın cennet olsun!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir